Ama anlamadığı birşey var. Ben aslında odun değilim, sadece herşeyde biraz fazla mantık arıyorum. Mesela sokakta yürürken elimde tek bir kırmızı gül ile dolaşmak bana çok komik geliyor. Çünkü bence çiçek dediğin yolda yürürken alınınca güzel değildir, hiç ummadığınız anda evinize gelen çiçektir güzel olan.
O zaman niye yönettiğin diyeceksin. Aslında metne aşık oldum ve süreç beni buraya getirdi. Ben bu metni yapalım derken, aslında sadece oyuncu tarafında yer alacaktım. Yönetmeleri için bir-iki arkadaşımla konuştum ama onların çok yoğun dönemleriydi.
Son zamanlarda okuyacak da izleyecek de birçok şey biriktirmiş olsam da (özellikle bu konuda Deep oldukça öneride bulundu diyebilirim kendisine çokça teşekkür ediyorum) birçok kitabı yazmak için kendimde bir boşluk yaratamadım. Ne zaman bir şeyler yazmaya başlayayım diye bilgisayarın başına geçsem yine kendimi bir şeyler
DivanŞiiri Penceresinden Âşığın Bilinçaltını Temaşa: Düşde Yari Tenhâ Düş’ürmek NECMETTİN HACIEMİNOĞLU (Hatıra Kitabı). İstanbul:Türk Edebiyatı Vakfı Yay. 2017. 418-429 (PDF) Divan Şiiri Penceresinden Âşığın Bilinçaltını Temaşa: Düşde Yari Tenhâ Düş’ürmek NECMETTİN HACIEMİNOĞLU (Hatıra Kitabı).
Bazı talihsiz olaylar sonucu sinema sektörünü bıraktım, aslında küstüm diyebiliriz. Ama yıllar sonra sadece zevk için oyuncu arkadaşlarımla bir kısa film yaptık. Senaryosunu ben yazdım ve yönettim. Deneysel bir çalışmaydı. Çok keyifliydi, ama bu işin güçlüklerini bana bir kez daha hatırlattı. Sinema ekip ve sektör
Fast Money. Geçen sezon 'Kızım Nerede?' dizisinden ayrıldıktan sonra bir süre kendisine gelen teklifleri değerlendiren Ece Uslu, yeni sezonda 'Tom, Dick ve Harry' adlı oyunda rol alıyor. Oyuncu; Ocak'ta ise Yavuz Bingöl'le başrolleri paylaşacağı TRT'de yayınlanacak bir diziye başlayacak. Oyunda evlat edinmek isteyen 'Linda' adlı bir karakteri canlandıran Uslu; anne olmayı çok istediğini, ileriki yıllarda evlat edinebileceğini söyledi. Güzel oyuncu ile kariyerini, 'Tom, Dick ve Harry' oyununu ve Serkan Şenalp'le olan ilişkisini konuştuk. Oyun nasıl tepkiler alıyor? Çok olumlu tepkiler alıyorum, hatta beklentilerimin de üstünde... Aslında çok zor bir oyun. Ben dahil, bizim oyundan birçok arkadaş ilk kez vodvil türünde bir oyun oynuyor. Ritim hızı çok yüksek bir oyun... Yerimizde hiç durmuyoruz. İLK KEZ VODVİL OYNUYORUM 'Tom, Dick ve Harry'de sizi en çok etkileyen ne oldu? Oyundan teklif geldiğinde tatildeydim. Ak'la Kara Prodüksiyon'un kurucularından Kerem Kobanbay beni aradı. Ondan çok güzel bir enerji aldım, yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz gibi konuştuk. Oyunu okudum, çok beğendim. Ray-Michael Cooney en iyi vodvil yazarlarından biri. Bu da son oyunu ve Türkiye'de ilk defa sahnelenecek. Oyunun çok hareketli olması sizi hiç zorlamıyor mu? Dikkati çok dağıtabilecek bir oyun aslında... Ayrıca küçük bir sahnemiz var, seyirciye çok yakınız. Bu bize başta dezavantaj gibi gözükse de öyle olmadı. Aslında bu kadar enerjisi yüksek bir oyunda yer almak çok keyifli... Ben de iç enerjisi çok yüksek bir insanım. İnsanlar beni dışarıdan soğuk bulurlar ama bunlar karşınızdaki kişinin enerjisiyle de ilgilidir... Bu oyun, iç enerjime çok uygun. Burada kendimi buldum. ANNEYİ OYNAMAK İÇİN ANNE OLMAK ŞART DEĞİL Oyunda evlat edinmek isteyen bir kadını oynuyorsunuz. Anne olmayan biri olarak, anne rollerinde yer almak nasıl bir duygu? Bu rolleri oynamak için illa anne olmak gerekmiyor. Oyunculuğun keyif veren tarafı da birçok kıyafeti çıkarıp giymek, başka hayatları canlandırabilmek. Anne olmayı istiyor musunuz? Tabii ki istiyorum. Bunu 6-7 senedir söylüyorum. Ama çocuk için evlilik yapmak doğru değil. Her şeyin bir zamanı var. Öncesinde de evlenip çocuk yapmak istediğim zamanlar oldu ama bunlar kısmet işi... Hiçbir şeyi zorlamanın bir anlamı yok. Evlat edinmeyi düşünüyor musunuz? Çok eskiden düşünmüştüm ama bunun çok büyük sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Çocuğun her şeyi ile ilgilenmek lazım. Evlat edinmek için hem maddi, hem de manevi anlamda çok daha donanımlı olmam gerekiyor. Eğer imkanım olursa ya evlat edinmeyi ya da bir çocuğu okutmayı istiyorum. Sizi dramlarda ağlarken görmeye çok alıştık. Komedi mi, dram mı daha zor? Hepsinin kendisine göre zor tarafları var. Televizyon çok zorlu bir iş... Dizilerde harcadığımız zaman dilimi bizi çok yıpratıyor. Tiyatro beni her zaman eğiten, ayakta tutan bir alan. Sinema da kalıcı olduğu için tiyatrodan sonra ikinci sırada yer alıyor. İLİŞKİMİZİ SAKLAMANIN ANLAMI YOK Kİ! Bir süredir oyuncu Serkan Şenalp'le birliktesiniz. Birçok ünlü ilişkisini gizlerken, siz açıklamayı tercih ettiniz... Zaten ilişkilerimi saklamıyorum. Sadece göz önünde olmaktan hoşlanmıyorum. Magazinci arkadaşlarım da bunun farkında ve bana ona göre yaklaşıyorlar. Sonuçta bu özelimiz ama saklamanın bir anlamı yok. İki oyuncunun ilişki yaşaması zor mu? Bu; o kişinin oyuncu olması ya da başka bir meslek yapıyor olmasıyla ilgili değil... Önemli olan karşındaki insanla arandaki uyum... Sevgilinizle 'Kızım Nerede?'de birlikte oynamıştınız. Aynı projede yine yer almak ister misiniz? Şu an için öyle bir durum yok! Serkan, 'Hayat Devam Ediyor' adlı dizide rol alıyor. Benim de hem tiyatro oyunum hem de dizim var. YİNE AŞK ÖYKÜSÜ ANLATACAĞIZ Ocak'ta yeni bir diziye başlayacaksınız. Hem tiyatroda, hem de dizide yer almak yorucu olmayacak mı? Evet, Yavuz Bingöl'le birlikte oynayacağımız bir diziye başlıyoruz. Yorulacağım ama çalışmak insana enerji de veriyor. 'Zerda' adlı dizide de Bingöl ile oynamıştınız. Yedi yıl aradan sonra kendisiyle yeninden çalışmak size ne hissettiriyor? İkimiz de birbirimizin oynayacağını duyunca çok heyecanlandık. İzleyicilere yine güzel bir aşk hikayesi anlatacağız. Bingöl ile birlikte rol almanız tesadüf mü? Pek tesadüf denilmez. İkili isimler düşünülmüş ve bizi uygun görmüşler.
Son zamanlarda genç jenerasyonun en çok konuşulan erkek oyuncularından biri Onur Tuna... atv'de yayınlanan 'Hayat Devam Ediyor' dizisinde 'Siraç' karakteri ile hayatımıza giren bu genç adam, şimdiden özellikle genç kızların beğenisini kazanmış durumda. Onun için yeni Kıvanç Tatlıtuğ diyenler de var, Kenan İmirzalıoğlu'na benzetenler de... İlk oyunculuk deneyimiyle başarılı bir çizgi yakalayan 27 yaşındaki Onur Tuna, oyunculukla ilgili düşüncelerini Yeni Aktüel dergisinden Neslihan Perker ile paylaştı. İşte anlattıkları... EĞİTİM ÖNCELİĞİMİZDİ Dizide canlandırdığınız karakterin ismi olan 'Siraç' ne anlama geliyor? Nur getiren anlamına geliyor. Şimdiye kadar neler yaptınız? Ortaokulda Galatasaray yıldız takımda basket oynadım. Eğitim hep ilk önceliğimdi. Babam öğretim üyesi bir matematikçi sonuçta Analitik beyin yani... İspatçı bir beyin. Eğer profesyonel olup, basketi meslek olarak seçeceksem konuyla ilgili vasıflı olmam lazımdı. Demek ki o kadar yetenekli değilmişim! RUHUM ÖZGÜR Demek ki ileride başka şeyler yapacağınızı hissettiniz? Okulda sahne sanatları ile ilgili aktivitelerde hep rol alırdım. Ruhumu özgür hissedeceğim bir şey yapmak istiyordum. "İsmail bey, evraklar hazır" diyen bir adam olamayacağımı çok küçük yaşta hissettim. Çocukluğumdan beri yaramazdım, evin küçük çocuğuyum. Abim de bir matematikçi. Üniversitede iktisat bölümünde okudum. İktisat okudum ama oyuncu oldum. Matematikçi bir babanın oğlu olarak, sizin farklı bir karakterinizin olması, kendisiyle çatışma yaşamanıza neden oldu mu? Babam çok naif bir adamdır. Hep serbest bıraktı beni, sebebini arardı yaptığım şeylerin. Gencim ve öğreneceğim çok şey var. Enerjimi gülerek karşılıyor doğru yolda olduğumu bence biliyor. Ayrıca babamla duygusallığımız da çok benzer. Babam, annem için şiir yazardı, "Hadi şunu bestele, annen geldiğinde çalarsın" derdi. Ağaç yaşken eğilir; ufakken size bir şeyler aşılarlar, siz 20'li yaşlarınızda zamanında aşılanan şeyle ilgili aydınlanma yaşarsınız. AŞKTA CESUR OLURUM Bir kadına hiç şiir yazdınız mı? Yazmaz olur muyum... Yazdım. Ama hoşlandığınız her kadına yazmanız imkansız. Sadece aşık olmak zorunda da değilsiniz şiir yazmak için, yaşadığınız birçok şeyi şiire aktarabilirsiniz. Duygularınızı, mutluluklarınızı, acılarınızı... Hayatınızdaki en büyük acıyı ne yüzünden yaşadınız? Üniversitede aynı evde yaşadığım arkadaşım bir tekne gezisinden dönerken sebepsiz yere Taksim'de bıçaklandı. Ege Üniversitesi'nden mezun olmuştu, inşaat mühendisiydi, askerden gelip Zorlu Holding'de iş bulmuştu. Evini, hayatını kurmuştu ki, bu olay oldu. 'Hayat Devam Ediyor' süreci nasıl ilerledi? Aslı İslamoğlu ile çalışıyorum, öncelikle onun vasıtasıyla bu projeden haberim oldu. İkinci görüşmeye Mahsun Abi çağırdı, inanılmaz ve çok enerjik bir adam. Bana güvendiğini düşündüm. İlk projem; çok yeniyim, gelişeceğim. Dizide babanızla Fikret Kuşkan olan ilişkiniz çok ön planda. Sizden iyi baba olur mu? Herkes 'iyi baba' olursun diyor. Siz ne diyorsunuz? Baba olmayı düşününce o çocuğu severken içime sokmak gelir, fazla değer veririm. Daha yeni amca olacağımın haberini aldım, elim ayağıma dolandı öğrenince. Aşkta cesur mu olursunuz, yoksa korkak mı? Cesur olduğum zamanlar da oldu, aksi türlü de. Hazır olduğumu hissettiğim zamanlar cesurdum. Ama yeni bir ilişkiden çıkmışsam işler değişir. Sayfa HAYALİMDEKİ KADIN... Hayalinizde bir kadın profili var mı? Şu anda öyle bir dönemde değilim ama hayal kurduğum zamanlar oldu. İstediğim tek şey dürüst olunması. Yollar ayrılabilir, ben dahil kimse alternatifsiz değil. İnsanın özünde menfaat duygusu ve bencillik var. Sabırlı bir insanım ben, karşımdaki farklı düşünmeye başlarsa bunu sindiririm. 'Ne oldu', 'Neyin var' gibi soruları sevmiyorum çünkü gerçek gelmiyor. Klişe ilişki kalıplarımız var. FENERBAHÇELİ OLDUĞUMU GİZLEDİM Fenerbahçelisiniz ama Galatasaray'da basket oynadınız. Tuhaf olmuyor muydu sizin için? Orta ikinci sınıftaydım o zamanlar. GS tesislerine ilk gittiğimde en başarılı oyuncular dahil herkes oradaydı. Bazıları biliyordu FB'li olduğumu, laf atıyorlardı. Hocamız Ömer Petorak, "Oğlum böyle nasıl oluyor" derdi. Tuttuğum takıma karşı fanatizm boyutum yoktur aslında. Takımdakiler ellerini üst üste koyup "Cim-bom bom" diye bağırdıklarında ben de bağırırdım ama içsel olarak Fenerbahçeli olduğumu gizlerdim. ONUR TUNA KİMDİR? 2 Temmuz 1985 yılında Çanakkale'de doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde eğitim gördü. Müzikle uğraşıyor Ege Üniversitesi Konservatuvarı'nda ses eğitimi aldı. Ortaokul yıllarından itibaren lisanslı olarak voleybol ve basketbol oynadı. İzmir'de dört yıl profesyonel mankenlik yaptı. İzmir Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde oyunculuk eğitimi aldı. Sabah http // Kenan İmirzalıoğlu Kıvanç Tatlıtuğ Galatasaray Aktüel Magazin Haberler
Doymayan tek canlı insan olsa gerek. Neredeyse hiçbir şeyle tatmin olmuyoruz… İsteklerimiz mi çoğaldı, hedefi mi uzağa koyduk emin değilim. Diyelim tarif etmek gerek; aç gözlülük mü yoksa hırs mı dersiniz… gelişme mi yoksa hayatta kalma mücadelesi diye mi tanımlarsınız, siz karar verin. Sürdürülebilirlik teması sor sor bitmiyor, yanıtlaya yanıtlaya tükenmiyor. Konuğum Dr. Yılmaz Argüden. Sürdürülebilirlik, yönetim, yönetişim gibi büyük başlıkları ve altında hayata kalite getiren konuları ısrarla düşünen, çalışan, işleyen bir iş insanı. Ulusal ve uluslararası projelerde aktif rol alan yönetim danışmanlığı kuruluşu ARGE Danışmanlık ile Argüden Yönetişim Akademisi Kurucu Başkanı. Argüden Akademi, araştırma, fikir ve metodoloji üreten bir merkez. Argüden, OECD, IFC, UN Global Compact aktif katılımcısı, pek çok sivil toplum hareketinin ya kurucusu ya öncüsü…. Uzun bir söyleşiden çıkan çarpıcı fikirlerden birkaçını hap gibi aktarmak isterim - Hayat, bizim fiziki hayatımızla sonlanmıyor, tek bir oyundan ibaret değil, bir senede tükenmiyor, sürekli bir oyun. - Daha iyiyi arama güdüsü bazen insanları bencil, kısa vadeli düşünmeye yönlendiriyor. - Güvenin yüksek olduğu toplumlarda yaşam kalitesi daha hızlı ilerliyor. Güvenin olmadığı yerde maliyetler artıyor. - Lider, inandığını davranışlarıyla göstermiyorsa başarılı olamıyor, - Herkes her konuda liderlik yapamaz. Bazısı savaşı yönetir, bazısı bir tasarım ofisini… - Sürdürülebilirliği, ESG Environment-Sustainability-Governance olarak düşünmek, düşünce sistematiğimizi daraltıyor; ESG’yi finansalların yanında bir unsur olarak düşünmeye başlıyoruz. - Sürdürülebilirlik gündemde hızla ön plana çıkmaya başladığında şirketlerin birçoğu “ben bu konuda ne yaparım?” diye düşünmek yerine “yaptıklarımdan hangilerini satabilirim, hikayeleştirebilirim” diye düşünme eğiliminde olabiliyor. - Sürdürülebilirliğin sürdürülebilirliğini sağlamak için sürdürülebilirlik konusuna da uygulanan yönetişimin sağlıklı olması lazım. - Raporlamada; sadece geçmişi mi anlatıyorsunuz, ekside kaldığınız konularda açıklama yapabiliyor musunuz? - Gelecekle ilgili hedef paylaşmak, bu konuda bir irade beyanında bulunmak demek. İrade beyanında bulunan şirketler daha çok kaynak ayırıyorlar. Yaprak Özer Elle tutulamayan sürdürülebilirlik kavramını anlatmak zor. Görünürde, somut kara dönüştürülemeyen bir hikâyesi var. Sonu hiç gelmeyecekmiş gibi duruyor, uzun vadeli olduğundan mesafeyle yaklaşılıyor. Sürdürülebilirlik gökten zembille inmiyor, lidere mi ihtiyaç gösteriyor? Yılmaz Argüden Liderlik kısaca başka insanların davranışlarını değiştirebilme, yönlendirebilme becerisi. Böyle ifade ettiğinizde, dünyada herkes lider! İstatistiki olarak baktığımızda, herkes hayat süresince ortalama 250 kişinin yönlendirmesinde etkin. Tabii bazıları milyonların… bazıları da 10 kişinin yaşamını değiştiriyor… Bazıları lider bazıları değil diye düşünmemek lazım. Herkesin içerisinde liderlik var. Bu beceri kimilerinde gelişmiş olabiliyor, deneyimle de gelişebiliyor. Herkes kendi içindeki liderliği geliştirebilir ve özellikle inandığı konularda derinlemesine çalıştığında bu becerisi artıyor. İnandığını davranışlarınla göstermiyorsan, başarılı bir lider olamıyorsun. Herkes her konuda liderlik yapamaz. Bazısı savaşı yönetir, bazısı bir tasarım ofisini ama aynı kişi ikisini birden yapamaz genellikle. O alandaki başarı şansını destekleyen yetkinlikler farklı bu alandakiler farklı. Sürdürülebilirliğin 1987 Birleşmiş Milletler’in, Brundtland Raporuyla başladığı zannedilir. Bu rapordaki tanım güzeldir aslında; insanların gelişmesini gelecek nesiller de dahil olmak üzere, başkalarının gelişmesini engellemeyecek şekilde gerçekleştirmesi. İnsan hiçbir şeyle tatmin olmuyor, her bulduğundan daha fazlasını arıyor bu da insanlığı diğer canlılardan ayıran bir özellik. Birçok hayvan karnı doyduğu zaman duruyor, insan durmuyor. İnsanlığın gelişmesini tetikleyen bir unsur fakat belli aşırılıklara da yönlendirebilen bir duygu veya motivasyon ve bu aşırılıklarda başkalarının kendilerini geliştirebilmesini, gelecek nesilleri zafiyete uğratabiliyor. Bence sürdürülebilirlik, 1987’deki Brundtland raporuyla başlayan bir kavram değil. Dünyada en uzun süre yaşamış olan kurumlar dinlerdir. Binlerce yıl sürmüş olan bir imparatorluk, bir şirket yok ama dinler binlerce yıl sürüyor. Bunun da temelinde insanlığı insandan korumak için var olma nedenidir diye düşünüyorum. İnsanın fani bir ömrü var ama insanlığın baki olması arzu ediliyor. Dinlerin, sistemin sağlıklı kalmasını öneren birçok boyutu var. Hep daha iyiyi arama güdüsü bazen insanları çok bencil, çok kısa vadeli düşünmeye yönlendiriyor. Temelde dinlere bakarsak, çevresine duyarlı, daha uzun vadeli düşünmeye yönlendiren uygulamaları var. Örnek vermek gerekirse; cennet cehennem kavramı hayatımızdan daha uzun süreli düşünerek bugünkü hareketlerimizi yönlendirmeye çalışıyor. Başka bir dinde de reenkarnasyonla aynı kavram gelebiliyor. Hayat, bizim fiziki hayatımızla gitmiyor, buradaki yaşamını sürdürürken davranışlarını sonrası için başka bir bakış açısı ile insanlık için de ilerletme boyutu var. İkincisi, denetleyen birçok mekanizma var ama bu mekanizma herkesin başınabir polis dikemediği için “Tanrı her yaptığını görür, sen kimse görmese de doğru düzgün davran” anlayışı var. Birçok dinin “ihtiyacı olanlara yardımcı olmak” yani fitre, zekat veya gönüllü katkıya yönlendirdiğini görüyoruz. Aslında yaşamın sürdürülebilirliği için kritik davranış biçimlerini benimseyenler, insanlığın ve tabiatın sürdürülebilirliğini sağlıyor. Şamanizm’den başlayın bütün dinlerin temelinde yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayacak davranışları insanlara aşılamak, onların gelişimini destekleme katkısı var. Bu nedenle bu kadar uzun süre yaşayan kurumlar halindeler. Yaprak Özer Biyografine bakıldığında her genç gibi başarıya odaklanmış eğitim ve profesyonel bir hayat dikkat çekiyor. Buna karşın romantik ve naif görünen sürdürülebilirlikle ne zaman tanıştın; “evreka moment” ne zaman? Yılmaz Argüden Bir düğmeye basarak olduğunu zannetmiyorum açıkçası. Aslında sonradan farkına varıyorum ki, belki de aileden geliyor. Bir şekilde yaşamım boyunca birçok bu konuya dikkat ederek önemli kazanımlar getirdiğinin sonradan farkına vardım. Bir şeyi kazanayım diye yapmadığım bir sürü olay var. 40 yaşımdan sonra farkına vardım ki okul hayatım boyunca arkadaşlarıma yardım etme güdüm aslında okulları birincilikle bitirmemin temel nedeni olmuş. Hiçbir zaman benim birincilikle bitirmek gibi bir hayalim olmadı. Bir şeyi iyi yapmak için çalışırım, öğretirken de bilmediğini çözüyorsun. Yazı yazarken de farkına vardım ki bunun en çok bana faydası var. Düşünceni kağıda dökebilmek için daha çok çalışıyorsun, başkalarının düşündüklerine bakıyorsun, eksiklerini tamamlıyorsun, danışmanlıkta da böyle. Sürdürülebilirliğin ezoterik bir konu olmadığını düşünüyorum. Şirketlerin kalıcı başarısı için de sürdürülebilirliğe özen gösterilmesi gerektiği kanısındayım. Hayat tek bir oyundan ibaret değil, bir senenin karıyla bitmiyor, sürekli oynanan oyun ve bu oyunda gösterdiğin davranışlar ve paydaşlarınla ilişkinde kazandığın güven, senin bir sonraki oyunda daha güçlü olmanı sağlıyor. Sürdürülebilirlik kararlarını içselleştirerek ilerlediğinde başarı şansın her geçen gün artıyor. Kısa vadeli ve bencil düşündüğünde, fizik kanunu vardır, “her güç karşısında bir güç oluşturur” diye, sen kendine düşünmeye başladığında, karşındakiler de kendine düşünmeye başlıyor, ortaklaşa daha fazla kaybediyorsunuz. Yeteri kadar yukarı kendini çekip de bakarsan, aslında kurumun sürdürülebilir başarısı veya kalıcı başarısı için vazgeçilmez bir unsur olarak görüyorum. Hatta bu konuda bir iddiam var, ESG kavramı herkes tarafından konuşulan bir kavram haline geldi. Ben bu terminolojinin bile işin ruhunu kaçırmaya müsait olduğunu düşünüyorum ve doğru bulmuyorum. Konuyu ESG Environment-Sustainability-Governance olarak düşünmek, düşünce sistematiğimizi daraltıyor. ESG dediğimiz zaman bunun finansalların yanında bir unsur olarak düşünmeye başlıyoruz. Sürdürülebilirlik, bütün konulara bir arada bakmayı gerektiriyor. Birinci zaafiyeti bu. ESG, vaktimiz olduğunda bakarız mantığıyla düşünüldüğünde büyük bir maliyet olarak algılanıyor. İkincisi, “governance” yani yönetişim, olayın bütününe uygulanması gereken bir kavram. Yan yana saydığınız zaman o da bir şeymiş gibi algılanıyor. Üçüncü olarak da ESG dediğimiz zaman arka plandaki düşünce sistematiğimiz ve bunun alternatifi de finansal. Finansal, sizin bilançonuza ve gelir-gider tablonuza ait olan ekonomik etkilerdir. Bir kararı verirken sadece kendinize olan etkileri düşünerek değil aynı zamanda bütün değer zincirindeki ekonomik etkiyi düşünerek karar verdiğinizde sürdürülebilir bir bakış açısına sahip oluyorsunuz. Finansal ve çevre, ekonomik ve yönetişim ayırmasını yapmak yanlış olduğu kadar sade finansala bakmak da yanlış. Yaprak Özer Sürdürülebilirlik ve yönetişim kavramlarını yaygınlaştırmak için geldiğimiz noktadan mutlu musun? Sitenizde, Sürdürülebilirlik Yönetişim Karnesi dikkatimi çekti. Yılmaz Argüden Dünyada 7 borsada 10 sektörde belli boyutun üzerindeki bütün şirketleri inceliyoruz. Türkiye’den 14 şirket buna giriyor, Amerika’dan 54 şirket bu kriterlerde. Ülkemizde ağırlıklı olarak Batı’dan öğrenerek uygulama eğilimi olan bir yaklaşımı var. Bilgi her yerde üretilebilir ve biz Türkiye'den dünyanın gelişimine nasıl katkıda bulunabiliriz diye düşündük. Sürdürülebilirliğin, konum, teknoloji ve endüstri özelinde farklılıklar gösteren çok boyutu var; su, karbon, sosyal vs. coğrafyaya göre de değişiyor. Bu nedenle sürdürülebilirlik konusundaki performansları karşılaştırmak yeteri kadar öğretici olmuyor ve kıyaslama zor oluyor. Diğer taraftan şunu gözlemliyoruz; sürdürülebilirlik konusu gündemde hızla ön plana çıkmaya başladığında şirketlerin birçoğu “ben bu konuda ne yaparım?” diye düşünmek yerine “yaptıklarımdan hangilerini satabilirim, hikayeleştirebilirim” diye düşünme eğiliminde olabiliyor. Yani iyi yaptıklarını anlatıyor iyi yapmadıklarını anlatmayabiliyor veya bütünsel düşünmediği için sadece iyi yaptıkları aklına geliyor, onu anlatıyor. Oysa sürdürülebilirliğin sürdürülebilirliğini sağlamak için sürdürülebilirlik konusuna da uygulanan yönetişimin sağlıklı olması lazım. Sürdürülebilirlik Yönetişim Karnesi diye bir çalışma gerçekleştiriyoruz her sene. Tokyo G20’de dünyanın sürdürülebilirliği için en iyi 80 projeden birisi arasında seçildi. Önerilerimizden bir tanesini Hindistan Borsası’nda şirketlere mecburi hale getirildi. Halka açık bilgilerinden şunları gözlemlemeye çalışarak not veriyoruz; Sadece geçmişi mi anlatıyorsunuz, gelecekle ilgili hedeflerinizi de paylaşıyor musunuz? Gelecekle ilgili hedef paylaşmak demek, bu konuda bir irade beyanında bulunmak demek. İrade beyanında bulunan şirketler daha çok kaynak ayırıyorlar. Hedefine ulaşamadığın veya hedefin doğrultusundan ekside kaldığın konularla ilgili açıklama yapıyor musun, bununla ilgili ne tedbirler aldığını anlatıyor musun raporlarında? Hedefleri belirlerken yönetim kurulunun değerlendirmesinden geçiriyor musun? Yönetim kurulunda sürdürülebilirlikle ilgili deneyimi olan kişiler var mı? Yönetim kurulu Yetkinlik Matriksi’ni yayınlıyor musunuz? Yaprak Özer Yetkinlik Matriksi yaygınlığı nedir? Yılmaz Argüden Türkiye’de kimse yok henüz. Bu sene başlıyor, dünyada da çok az bu arada. Biz performanslarını değerlendirmiyoruz, matriksin o şirket için uygun olup olmadığını değil, ne yaptığını değerlendiriyoruz. Yaprak Özer İrade beyanı bir taahhüt. Burada güven konusu çok önemli. Güven de ciddi bir erozyon, tutarsızlık içerisinde. Yılmaz Argüden Güven, erozyona uğruyor. İster aile kurumu ister bir çete olsun, ister devlet ister şirket olsun, sivil toplum kuruluşu ya da küresel bir organizasyon olsun, hepsinin temelinde kaynakların daha etkin kullanılması veya risklerin daha iyi yönetilmesi vardır. Hiçbir kurum, boşlukta yaşayamıyor, birçok paydaşı var. Paydaşlarının güvenini kazandığı zaman yapmak istediğini daha etkin bir şekilde gerçekleştirebiliyor. Güvenin yüksek olduğu toplumlarda yaşam kalitesi daha hızlı ilerliyor. Güvenin olmadığı yerde maliyetler artıyor. Kurumların paydaşlarının güvenini kazanması temel kurulma amacı olan kaynakları etkin kullanmak, riskleri yönetmek için vazgeçilmez bir unsur. Güvenin olması için iyi yönetişim ihtiyacı var. İyi yönetişim, tutarlılıkla, hesap verebilirlikle, şeffaflıkla, adillikle, sorumluluk üstlenmekle, kapsayıcı bir katılımcılıkla etkin sonuçlar üretme meselesi aslında. Dünyada da zafiyet var. Bazı teknolojilerden çok ümitlerimiz vardı, internetin demokrasiyi zenginleştireceğini düşünüyorduk. Çünkü bilgiye herkesin erişimi artınca daha bilgili bir şekilde oy kullanacak, kararlara katılımı artacak vs. ama o kadar çok bilgi arttı ki insanlar sadece kendi seçtikleri bilgiye ulaşır hale geldiler. Ayrıştırıyor insanları daha fazla. Yaprak Özer Kullanma şeklimiz kötü olduğu için oluyor. Yılmaz Argüden Tabii ki kullanma şeklimiz kötü olduğu için. Yunus Emre çok güzel söylemiş, “… sen sana ne sanırsan, ayruğa da onu san…” yani kendin için istediğini karşındaki için istemen lazım. Güveni kazananlar daha çok kaynağa daha ekonomik olarak ulaşıyor. Ülkeye güven düştü mü, hayattaki her şeyi daha pahalıya alan bir ülke haline geliyorsun. Her boyutta geçerli. Yani yönetişime ihtiyacı olmayan tek kişi var, o da Robinson Crusoe. O da Maya adaya gelene kadar, Maya adaya geldikten sonra onun da yönetişime ihtiyacı var. Herkesin iyi yönetişime ihtiyacı var. Yaprak Özer Bireyler fani, kurumlar kalıcı. Buradan liderliğe tekrar dönmek istiyorum. Fani olduğu için mi insanlar iyi liderlik yapamıyor? Sürdürülebilir liderlik için önerilerin? Yılmaz Argüden Şirketlerde, CEO’luğun 3-5 sene ömrü var. Perspektifi kısa oluyor mecburen. Sürdürülebilirlik konusuna insanlar “olursa iyi olur, popüler de olurum, zaten herkes de buna bakıyor, söyleyecek birkaç hikayem olsun” diye başlıyor, ama içerisine girmeye, ruhuna ermeye başlayınca, farkına varıyorsun ki; çok ciddi bir risk yönetim aracı aynı zamanda. Bu konulara özen göstermediğin zaman bir yerden sopa yemeye başlıyorsun. Çocuk işçi çalıştıran tedarikçin varsa senin markan zarar görüyor, bir yerde suyla ilgili sorun olduğunda fabrikanı kapatmak zorunda kalıyorsun. Değer yaratma fırsatı olduğunun farkına varmaya başladılar. Dünya için bir sorun çözmek değer yaratma fırsatıdır. Bu bakış açısının liderlikte çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” diye Lord Acton’ın bir lafı var. Gözetimin, denetimin olmadığı yerlerde sıkıntılar oluyor güven açısından. Liderler de hayallerini çok hızlı zamanda gerçekleştirme güdüsü içerisinde olabiliyorlar. Toplum seninle gelmezse lider olmuş olmuyorsun. Yaprak Özer Paydaşlar bunu istemiyor mu? Yılmaz Argüden Teşvik sistemlerimizin nasıl olduğu çok önemli. Teşvik ettiğimiz davranışlarla dünyanın sürdürülebilirliği için teşvik ettiğimiz davranışlar uyumlu mu? Neyi teşvik diyoruz, ne bekliyoruz? Teşvik ettiklerimizi beklediklerimizle uyumlu hale getirmediğimiz müddetçe teşvik ettiklerimiz istediklerimizin önüne geçer. Yaprak Özer Bu işin sonu yok. Yılmaz Argüden Dünyada hayat, canlılara faydalı olduğu müddetçe onları yaşatıyor. Fayda bittiği zaman ölmeye başlıyorsun. Fiziken ölüler için bile geçerli. Einstein, Leonardo da Vinci, Atatürk, Yunus Emre hala fikirleriyle yaşıyor. Gelecek için ne yapabilirim konusunu düşündüğünde ufkun da açılıyor.
hakyan Okulu’ndan Yetişenler Derneği’ içi içine sığmayan, tiyatroya, müziğe, sosyalleşmeye meraklı gençlerini daha yakından tanımak istiyorum. Her biri işinin peşinde, genç emekçiler. Birisi kuyumcuda çalışıyor, diğeri dönerci, bir diğeri öğretmen... Günlük işlerini yapıp, mesai bitiminde dernek çatısı altında provalar yapıyorlar, çalışıyorlar ve muhteşem oyunlar sahneye sene zevkle izlediğim ve ayakta alkışladığım “Kral Dairesi” oyununun tüm oyuncuları ile şahane bir sohbet içindeyiz. Oyunu Cem Yılmaz’dan Osman Sınav’a izlemeyen kalmamış. 28 Ekim’de BKM sahnesinde olacaklar. Değerli, şahane oyuncular onlar... Eğer bu gençleri sahnede izlemediyseniz mutlaka izleyin... Fotoğraflar Murat ŞAKA * Bu dernek çatısı altında mı tanıştınız yoksa önceden tanışıyor muydunuz?- Herman Bıçakçı Bazılarıyla ilkokul sıralarında hatta anaokulunda tanıştık. Yaşı bizden küçük olan arkadaşlarımızla dernekte bir araya geldik. Sadece tiyatro için aramıza katılanlar da var. - Caroline Benli Ben Viyana’dan geldim. Liana vasıtasıyla tiyatroya dahil olduğumda buradaki arkadaşlarla tanıştım. Beni ekiplerine kabul ettikleri için hepsine teşekkür Ayhan Gez Ben de bu sene katıldım. Kuyumcuyum. Bana bir gün “Oyunda oynaması için bir ceset arıyoruz” dediler. Sonra Sevan beni çağırdı. Çok mutlu oldum. Ama ilk geldiğimde biraz Denise Çat Ben ekibe en son katılanlardan biriyim. İki tane hizmetçi rolü varmış ama yönetmenimiz onları atmış. Ben gelince iki hizmetçi rolünü bende topladı ve biraz rolü değiştirdi. Tiyatrodan sonra Sevan’ın yönlendirmesiyle dernekte gençlik koluna da girdim. Şu anda üniversite Meryem Keşişoğlu Ben de ekibe bu sene katıldım. Daha önce şiir yarışmasına katılmıştım ve Sevan beni orada fark etti. Sonrasında beni tiyatroya davet etti. Öncesinde 3 ay Diyalog’dan yaratıcı drama eğitimi aldım. * Buradaki herkesin aslında bir mesleği var ve tiyatroyu amatör olarak yapıyor değil mi?- Caroline Benli Evet. Mesela ben muhasebeciyim. İşimi bırakıp profesyonel anlamda oyunculuk yapabilmek için İstanbul’a geldim. Bu da benim ilk işim. Yani direkt tiyatro ile Sevan Selviler Ben aslında kuyumcuyum. Ama döner dükkanımız da var. * Bugün pırlanta mı sattın döner mi?- Sevan Selviler Bugün pırlanta sattım ama yarın döner satacağım. Bazen ben de şaşırıyorum. Geçenlerde yarım ekmek döneri 4 bin dolara satmaya kalktım. Gülüyor* “Kral Dairesi” oyununun fikri nereden çıktı?- Sevan Selviler Herman, Arman, Murat, ben ve diğer 6 arkadaşımızdan oluşan kemik kadro 10 senedir Sahakyan Okulu’ndan Yetişenler Derneği çatısı altında oyunlar hazırlıyordu. Burada kendimizi çok iyi hissediyoruz. Oyundan ziyade burada geçirdiğimiz zaman, provalar, oyun sonrası ortaya çıkan sonuç bizi çok mutlu ediyor.* “Kral Dairesi”nden önce hangi oyunları oynadınız?- Arman Bıçakçı Dernekte uzun yıllar tiyatro oyunu sahnelendi. Sonrasında bir süre ara verdik. 2007 yılında birkaç arkadaş yeniden toplandık ve yeniden oyun sahnelemeye karar verdik. Sonrasında yönetmen Volkan Muzaffer Sarıöz’le çalışmaya başladık. Ne zaman bu oyun çıkmaz desek Volkan Hoca mucizeler yarattı. Her sene kapalı gişe oynadık. “Kral Dairesi”nden önce “Bu da Benim Karım”ı oynadık. Ama daha da öncesinde “Salaklar Sofrası”, “Kare As”, “İki Kere İki”, “Baba”, “Beni Çok Seveceksin” gibi birçok oyun sahneledik. - Murat Yesayan 1998 yılından beri tiyatro yapıyoruz. Bu kadro ilk kez “Kral Dairesi”nde bir araya geldi.* Sizi sadece Samatya çevresi mi bilir? - Elizabeth Kabe Ben de ekibe bu sene dahil oldum. Samatyalı değilim. Ama oyunlarını seyretmeye geliyordum. Gruptan bir tek Sevan’la tanışıyordum. Ben Ermeni okulunda sınıf öğretmeniyim. Sevan oyunda oynamam için beni davet etti. İyi ki de dahil olmuşum. İnanın kulis ve sahne arkası, oyundan da güzel. Kral Dairesi 28 Ekim’de BKM’de AMACI GENÇLERİ KAYNAŞTIRMAK* Sahakyan Okulu’ndan Yetişenler Derneği’nin misyonunu anlatır mısınız?- Sevan Selviler Bence derneğin en önemli misyonu gençleri birbirleriyle kaynaştırmak. Gençlerin sokakta serserilik yapacaklarına burada sosyalleşmelerini de sağlıyor. Gençler gelsin burada tiyatro yapsın, koroya katılsın. Koromuz 315 senelik, tarihi çok sesli Liana Ünal Kilise korosu ama aynı zamanda dünya müzikleri, aryalar, operalar da söylüyorlar. Cemal Reşit Rey, Lütfi Kırdar gibi büyük salonlarda konserler veriyorlar. Bir dönem ben de korodaydım ama sonrasında bırakmak zorunda kaldım.* “Kral Dairesi” kimin fikriydi?- Sevan Selviler Birçok oyun okuduk. Ben arkadaşları bu oyunu oynamamız için ikna ettim. Oyuna çok Murat Yesayan Oyunun okuma aşamasında ben yoktum. Hanımdan kolay kolay izin alamıyorum. Bu sene aslında tiyatroda olmayacaktım. İki çocuğum var, tekstille uğraşıyorum; zor oluyordu... Ama oyunda rol alacak olan arkadaş bırakmak zorunda kaldı. Sevan benim oynamamı istedi. “İki çocukla zor olur, hanım sıkıntı çıkarabilir” dedim. “Sen onu bana bırak” dedi. Herman’ın düğününün olduğu gün kilise ile yemek arasında bizim eve geldi. Eşimi iki aylığına ikna etti, ondan sonra provalara dahil oldum. Sevan’ın bu konudaki katkısı yadsınamaz. İnsanlar onu sevdiği için kıramıyor. Herkesi birleştiren bir yapısı 700 KİŞİYE OYNAYACAĞIZ* 28 Ekim’de BKM’de sahneye çıkacaksınız. Çok büyük bir şans. Nasıl oldu?- Arman Bıçakçı BKM Genel Müdürü Zümrüt Hanım’la Arol Bekçe bir yerde karşılaştık. Onunla laflarken “Kral Dairesi”nden bahsettik. O da sağ olsun “Neden bizim sahnemizde oynamıyorsunuz, yardım amaçlı oyunlara ev sahipliği yapmaktan çok keyif alıyoruz” dedi. Sahnelerinde bazı günler boşluklar olabiliyormuş. Uygun bir tarihte orada oynayabileceğimizi söyledi. Biz de bir saniye bile düşünmeden kabul ettik. Çok kısa bir sürede 700 kişilik salonu doldurmamız gerekiyor. Bunun için yoğun bir çaba harcıyoruz. Şu anki ilgiden memnunuz.* Bilet geliri nereye aktarılacak?- Arman Bıçakçı Derneğin ayakta kalabilmesi için devamlı bir akar gerekiyor. Sahneyi, kostümleri hep oyunlardan elde edilen gelirle düzenledik. Bizim hiçbir kazancımız yok. Üzerine devamlı para kaybediyoruz. Herkes elini cebine atıyor. Biz sadece bu derneği yaşatmak istiyoruz. Samatyalılığın böyle bir tarafı VAFTİZ OLUR, BURADA OKUR, BURADA EVLENİRİZ* Bu okulun ve semtin sizin için en büyük önemi nedir?- Arman Bıçakçı Burada kilise, anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve vakıflar var. Doğuyorsun, gelip burada vaftiz oluyorsun... İlk dayağı da burada yedik, dizimiz de ilk kez burada kanadı. Lise sondan sonra derneğe geçtik ve devam ediyoruz işte... - Herman Bıçakçı Evlenirsek de burada evleniyoruz ve çocuğumuz yine burada vaftiz oluyor. Ölürsen de buradaki gasilhaneye getiriliyorsun. Anmaların da burada yapılıyor. Bütün hikayen burası. Bizim evimiz Arman Bıçakçı Artık birçoğumuz Samatya’da oturmuyor ama haftanın 5 günü buradayız. Büyükler de öyle. - Murat Yesayan Ailelerimiz de buraya olan bağlılığımızı bilir. Buradan kolay kolay kopamayız. Zamanında bizim babalarımız da bizim gibi derneğe bağlı YILMAZ DA GELDİ OSMAN SINAV DA * Ünlü bir yönetmenden dizi ya da sinema filmi teklifi gelse, hepiniz mesleklerinizi bırakır profesyonel anlamda oyunculuk yapar mısınız?- Liana Ünal Benim hiç öyle bir hayalim yok. Bu soruya hepimiz farklı cevap veririz Sevan Selviler Benim de öyle bir hayalim yok. - Arman Bıçakçı Burada profesyonel anlamda oyuncu olmak isteyen Meryem ve Caroline var. Biz amatör olarak devam etmek istesek de onlar bu işi bir tık ileriye götürmek istiyor. Öyle bir teklif gelirse onlar adına mutlu Murat Yesayan Daha gençken ben de düşünüyordum. Hatta birkaç ünlü isimle de tanıştım. Herman benim için çok çabalamıştır. Ama o işi yapmak gerçekten kolay değil. Siz de bilirsiniz.* Oyunlarınıza bugüne kadar hangi ünlü isimler geldi?- Arman Bıçakçı Cem Yılmaz, Ara Güler, Osman Sınav, Esra Dermancıoğlu, Dolunay Soysert, Azra Akın, Songül Öden, Zuhal Olcay, Yasemin Yalçın, Hakan Peker ve siz...* Bu isimler dernekten haberdar olarak mı yoksa kişisel ilişkileriniz sonucunda mı geldi?- Murat Yesayan Bundan önceki yönetmenimiz Aydan Burhan’dı. Aydan Hanım’ın dostlarıydı bir kısmı. Ama derneği bilen ve merak edip gelenler de oldu saydığımız isimler arasında.* Kimleri usta olarak görüyorsunuz?- Arman Bıçakçı Genç kuşaktan Esra Bezen Bilgin, Serkan Keskin ve Mustafa Kırantepe’yi Murat Yesayan Arman’a katılıyorum. Bir de Haluk Bilginer. Ama çok usta isim Liana Ünal Merve Dizdar’ı da çok beğeniyorum genç VOLKAN MUZAFFER SARIÖZ BURADA YAPTIĞIM OYUNLARI AMATÖR BULMUYORUM* Yönetmen olarak ekibin performansını nasıl buluyorsunuz?- Onlar bir arada oldukları için bugün buradalar ve bu oyunu oynuyorlar. Ben de birlikte çalışmayı seviyorum. Onları eğitmiyorum, sadece bildiklerimi paylaşıyorum. Onların üçüncü gözü ya da bir arkadaşları gibiyim.* Siz tiyatroya ne zaman başladınız?- Ben Semaver Kumpanya Çevre Tiyatrosu’nda Işıl Hoca Kasapoğlu ile başladım. 2002 yılından beri oradayım. Oyunlarda oynadım. Şimdi yönetiyorum. Ayrıca eğitmenlik de yapıyorum. Çevre Tiyatrosu, İstanbul’un önemli özel tiyatrolarından biri. İçimizden çok sayıda ünlü oyuncu çıktı. Hepsi İstanbul piyasasında iş yapıyor.* Amatör tiyatrocuları profesyonelleştirdiğiniz için mi heyecanlısınız yoksa sizde de Samatya aşkı var mı?- Bende tiyatro aşkı var. Bir gün Semaver Kumpanya’da işlerle uğraşırken iki genç geldi. “Biz bir oyun yapmak istiyoruz, hemen sizin tiyatronun aşağısında yerimiz, gelir misiniz?” dediler. “Gelirim” dedim. Geldim ve onlarla tanıştım. Bana ilginç geldiler ilk başta. Kendilerine çok güveniyorlardı. Sonra “Salaklar Sofrası”nı önüme koydular. Ben vodvil çalışmıyorum. Tarzım değil ve yapmadığım bir tiyatro. Ben onlara klasik bir oyun yapmaları gerektiğini söyledim. “Hayır biz gülmek ve eğlenmek istiyoruz, vodvil yapmak istiyoruz” dediler. Sonrasında yaptık. Ama bizim burada yaptığımız vodviller aslı gibi olmadı. Çünkü vodvil yapmak benim için ıstırap oluyor. Bir de ekibi seviyorum ve neden daha çok eğlenmesinler diyorum. İtiraf edeyim burada yaptığım oyunları sevdim. Burada yaptığım oyunları amatör bulmuyorum. Amatör deniliyor ama amatör neye denilir, profesyonel neye denilir? Para aldığın yer profesyonel midir? Yoksa işin niteliği midir profesyonel olan? Orası biraz karışık... O yüzden öncelikle niteliğine bakarsanız, bence çok AGOP’LARDAN DOLAYI BİZE PEMBE BAKILIYOR* Azınlık tiyatrosu olarak ayrımcılığa uğradığınızı düşünüyor musunuz?- Arman Bıçakçı Düşünmüyoruz. Varsa pozitif ayrımcılık vardır. Ermeni tiyatrocular Güllü Agop’lardan dolayı bize bir tık daha pembe bakılıyor. O yüzden negatif bir ayrımcılığa uğramıyoruz.
Uzak şehirlerden birinde Veli adında küçük bir çocuk varmış. Veli ismindeki bu küçük çocuk gittiği her yerde “ben aslında bu kadar küçük bir çocuk değilim. Ben kocaman bir dev adamım.” diyormuş. Anne ve babası bu sözleri önemsemiyor gülüp geçiyorlarmış. Velinin arkadaşları da bazen ürkseler de onunla dalga geçip oyun oynamaya devam ediyorlarmış. Arkadaşları ne kadar dalga geçerse geçsinler veli kendisinin gerçekten bir dev olduğuna inanıyormuş. Bu yüzden de etrafına ve arkadaşları olan çocuklara zarar vermemek için oyuna çağrıldığında gitmek istemiyormuş. Çünkü dev halinin ortaya çıkıp çocukları incitmesini ve onları üzmesini istemiyormuş. Ancak birçok zaman o çocuklar gibide küçük bir çocuk olmak ve o çocuklarla boş arasada oyunlar oynamak istiyormuş. Bazı zamanlarda bu oyun oynama isteğini yenemiyormuş. Koşup onlara katılıyor ve saatlerce dev olduğunu unutarak gönlünce oynuyormuş. Sonra yine dev olduğunu hatırladığında da arkadaşlarına bir zarar vermediği için kendi kendine mutlu oluyormuş. Arkadaşlarına karşı da bu kadar hassas olabildiği için kendisini tebrik ediyormuş. Kolay bir şey değil tabi ki o devasa ellerle arkadaşlarını ebelemek, arkadaşlarının ellerini sıkarken onlara zarar vermemek hiçte kolay değil. Arkadaşlarına sarıldığında onların kemiklerini kırmamış olmak kendi adına büyük bir başarı tabi ki, arkadaşı olan o çocukları sarılıp öptüğünde yanaklarına zarar vermemiş olmak kolay bir iş mi sanki? Küçük Veli her gece yatağına uzandığında tüm gününü düşünerek hem kendiyle gurur duyuyor hem de oldukça güzel bir uyku uyuyormuş. Koca bir dev olup da insanlara zarar vermemek çok önemli bir konuymuş ona göre. Günlerden bir gün yine mahallenin çocukları ile oyun oynamaya kaptırmış kendini. Küçük bir çocuk ceviz ağacına tırmanmış. Sonrada aşağı inmeyi beceremeyen bu küçük çocuk ağlamaya başlamış. Velinin arkadaşları “haydi Veli hani sen kocaman bir devdin indir onu aşağıya” demişler. Veli yukarı uzanmış ama bir türlü yetişememiş. Sonra tekrar uzanmış yine olmamış. Veli bir türlü çocuğu ağaçtan aşağıya indirmeyi başaramamış. Kendi de çok şaşırmış durumuna. “Neden böyle oldu ki” demiş kendi kendine. “Ben aslında kocaman bir devim. Böyle olmamalı ” demiş. Diğer çocuklar dalga geçer gibi “sen bir dev değilsin. Dev olan biri hemen çocuğu ağaçtan indirirdi.” derler. O zaman Veli bu duruma sevinsin mi ağlasın mı bilememiş. Annesi ile babasına anlatmış. Onlarda ” bak demek ki bir dev değilsin. O zaman arkadaşlarınla daha rahat oynayabilir ve istediğin kadar gezebilirsin.” demişler. O da artık kocaman bir dev değil de küçük bir çocuk olduğunu anlamış ve bu duruma alışmaya çalışmış. Bir kaç gün içerisinde de alışmış zaten dev olmadığına. Arkadaşları gibi sıradan ve mutlu bir çocuk olmaya başlamış. Arkadaşları da velinin doğruyu anlamasına sevinmişler ve onu daha çok aralarına almışlar. Eskiden söylenen şeyleri daha fazla konuşmamışlar. Bazı zamanalar Veliye takılsalar da çok fazla Velinin üzerine gitmemişler. Günler geçmiş Veli iyice dev olduğunu unutmuş ve oyun oynarken biraz oyunun dozunu kaçırmış. Arkadaşlarını öperken onlara sarılırken daha sert olmaya başlamış. Artık arkadaşları ile eşit olduğu için çok fazla nazik olmasına gerek yok diye düşünüyormuş. Çocuklar bu sertlikten şikâyetçi olup Veliyi anne ve babasına şikâyet etmişler. Annesi ve babası Veliyi uyarınca veli yine düzelmiş. Çünkü arkadaşlarını kaybetmek üzereymiş. Aradan uzun zamanlar geçmiş mevsimler mevsimleri kovalamış. Veli çok büyümüş. En sonunda dokuz yaşına basmış. Arkadaşları ile iyi geçinse de arada sırada haylazlıkları da olmuyormuş değilmiş. Anne ve babası uyarınca hemen düzeliyor ama biraz zaman geçince yine o yaramazlıkları yapıyormuş. Hem yaramaz hem uslu birçok özelliği olan bir çocuk olmuş. Günlerden bir gün arkadaşları ile elim baş oyunu oynuyorlarmış. Her tarafı toz içindeymiş. Oyun oynayan arkadaşlarına görünmeden ortadan kaybolmuş. Arkadaşları da Velinin nereye kaybolduğunu merak etmemişler. Çünkü onun kaybolduğunu bile fark etmemişler oyun telaşından. Saat baya geç olmuş. Eve gitmesi gereken çocuklar bir türlü eve gitmemek için direniyorlarmış. Sonra birden misket oynayan çocukların arkasında bulunan moloz yığınlarının ve yıkıntıların arkasından devasa bir şey çıkmış ortaya. Çocuklar çok korkmuşlar. Kafası insan kafasına benzemiyormuş, vücudu da çok acayip bir haldeymiş, ne insana benziyormuş ne de hayvana benziyormuş. Çocuklar bağrışmaya başlamışlar. Etrafta bas bas bağırarak “imdattt bu bir dev” demeye başlamışlar. Hem korkuyorlar hem de bu devi görmek için birbirileri ile yarışıyorlarmış. Daha küçük olan çocuklar korkularından altlarına bile kaçırmışlar. Anneler kocaman sopalarla ve küreklerle aşağıya inmişler. Amaçları devden çocuklarını korumakmış. Devin üzerine doğru ellerinde sopalarla koşturmuşlar. Dev kükreyince hemen terliklerini bile arkada bırakarak geri geri kaçmışlar. Artık herkes çok korkmuş. Ağlaya ağlaya kaçışmaya başlamışlar. Birden bire dev ne olduysa hemen ortadan kaybolmuş. Kimse nasıl kaybolduğunu anlamamış bile. Nereye gittiğini nasıl gittiğini gören olmamış. Birden bire ortaya çıkan o koca dev yine birden bire ortadan kayboluvermiş. Tabi ki bu koca dev küçük Veliden başkası değilmiş. Uzun sopaları geçirmiş ayağına birde büyük bir çuval giymiş. Olmuş mu sana kocaman bir dev. Onun amacı da dev olmak nasıl bir şeymiş merak etmektir. Ondan böyle bir şey yapmış. Çocukken kendini dev sanmasının sebebi de kendisinin de devlerden korkuyor olmasıymış. Bugün gerçekten devam görse o da korkarmış. Yatağına uzandığı yerden yaptığı şeyi düşünüp gülümsemiş. “Artık dev diye bir şey yok. O dev nasıl olsa bendim. İyi ki de bendim. Artık ben bile korkmuyorum devlerden” demiş. Böylece devlerin olmadığını kendisine bile ispatlamış. Yatağında huzurlu ve mutlu bir uykuya dalmış. Yazım Hataları Giderildi.
ben aslında oyuncu değilim ama birçok oyuna dahil oldum şiiri